Dünya’da olduğumuz ve imanımızı muhafaza etmeye çalıştığımız sürece aklımıza şeytanın ve nefsin fısıltıları gelecektir. Bazı fısıltılar vardır ki eğer yeterli bilgimiz yoksa bizi imandan Allah korusun imansızlığa bile götürebilmektedir. Bugün o fısıltılardan hastalık musibetini konuşacağız.
Musibet isabetten gelir. Allah’ın bize isabet ettirmesidir. Nasıl ki güzel şeylerin Allah’tan geldiğini biliyorsak, musibetleri de öyle görmeliyiz. Çünkü musibetler de kaderimizin birer parçasıdır. Bizzat Allah’ın izniyle bizlere isabet etmişlerdir. Bizler arkamızdaki bir saraya önümüzdeki aynadan baksak, sarayı da aynanın gösterdiği şekilde görürüz. Aynamız kırmızıysa saray kırmızı, aynamız mavi iste saray mavi gözükür. Aynamız kirliyse saray da kirli gözükecektir. Biz hastalıklara iman gözüyle baksak hastalık birazdan anlatacağımız sebeplerce güzel gözükür, küfür gözüyle baksak kötü gözükür ve faydalı olmak için geldiği imanımıza büyük zararlar verir belki onu bizden alır götürür…
“Sebepleri kaldır aradan, zahir olsun Yaradan.” Bizler hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmişiz. Nasıl şifa için doktor da ilaç da birer aracıdır. Onların yaptıkları sebepler dairesindeki vazifelerdir. Asıl şifa kaynağı Şafi’dir. Öyle de boğaz ağrıları, baş dönmeleri, karın sancıları, şişikler, kızarıklıklar, kanser ve bütün o sebepler de asıl iş için yalnızca birer perdedir. Bizler bu perdeleri verdikleri sıkıntılardan dolayı sevmiyoruz ve iman gözüyle bakamadığımızdan da şikâyet ediyoruz. Oysa bir şeyden şikâyet edebilmek için o şeyde hakkımızın olması lazımdır. “Sen kendinden sıhhatlilere bakıp şikâyet etme daha hastalara bakıp şükret. Senin elin kırık ise kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa iki gözü de olmayan âmâlara bak, Allah’a şükret.” Nimette kendinden aşağıdakine bakıp şükretmek, ubudiyette kendinden yukarıdakine bakıp gayret etmektir bizim hakkımız.

Hastalık ihtar-ı Rahmani’dir yani Allah’ın rahmetinden dolayı uyarması, hatırlatması. Koyun sürüsü olan bir çoban bakıyor ki sürüsü uçuruma doğru gidiyor. Durdurmazsa tüm sürü telef olacak. Onları durdurmak için en öndeki koyuna taş atması, onu yaralaması belki canını acıtması o koyun ve sürü için aslında ne kadar güzel bir durumdur. Belki kafasına belki gözüne gelen taşlarla büyük bir uçuruma düşmekten kurtulur bütün bir sürü. Öyle de hastalıklar biz gaflet ile ne yazık ki adeta bütünleşmiş günahkar ve unutkan kullar için bir hatırlatıcıdır. Ölümü, ahireti, asıl vazifemizi bize hatırlatan bir hatırlatıcı hükmüne girer yaşadığımız bu sıkıntılar. Bir hadiste Peygamber Efendimiz (s.a.v.) diyor ki: Allah’ın hastalıkla kendisini hatırlatmadığı kimsede hayır yoktur.

Biz yine hasta olduğumuzda ümitli olmalıyız. Nasıl hastalandığımız gibi iyileşip Allah’tan şifa geleceğine dair de umut dolu bir şekilde sabretmeliyiz. Ümit etmek hastalığın sebepler perdesinde bir azaltıcısı hükmünde olur.
“Hastalık dinlenince geçer.” derler çoğu zaman büyüklerimiz. Ama belki daha doğrusu şudur: “Hastalık DİNlenince geçer.” Biz bilmesek de vardır bir hikmeti. Hastalıkta manayı göremezsek o hastalıktan kurtulmaya çalışıp şikâyet ediyoruz. Oysa gerçek manayı görünce hastalık bizim için kötü bir şey olmaktan çıkıyor. Hatta getirdiği güzellikleri görüp şükürler ediyoruz. Mesela hastanın titremesi o kulun günahlarını döker. Hastalığın sabrı bir ibadettir. Ve bu ibadet riyasızdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin bir hadisi şerifinde: “Bir hastanın inlemesi tesbih, bağırması tehlil, nefes alıp vermesi sadaka, uyuması ibadet, bir taraftan bir tarafa da dönmesi cihattır.” buyrulmaktadır.
Hastalık bir hediyedir. 20 yılda kazanamayacağımız bir mertebeyi 20 günde kazanabilmemize olanak sağlamaktadır. “Hatta bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî değil, teşekkür et.”

Dünyada işlediğimiz günahların geri dönülmez bir yere vardığını varsayalım. Bu günahlar ile cennete girip Allah’ın huzuruna ahirette çıkamayız. O günahlardan bir şekilde kurtulmamız gerekir eğer imanlıysak. Bu günahların cehennem azabıyla mı temizlenmesini isterdik yoksa dünya azabıyla mı? Evet dünyadaki azaplar da acıdır ve zordur. Bir de şuradan bakalım dünya azabı kabir azabının yanında hiçbir şeydir. Kabir azabı da mahşer azabının yanında hiçbir şeydir. Mahşer azabı da sırat azabının yanında hiçbir şeydir. Sıratın azabı da Cehennem azabının yanında hiçbir şeydir. Bu sıralamaya baktığımız da bile bize o korkutucu cehennem yerine dünyada bir temizlenme sunan Allah’a ne kadar şükretsek az olmaz mı?
En büyük musibetler önce Peygamberlere, sonra da fazilette onları takip edenlere gelmektedir. Hatta bazı büyük zatlar uzun süre kendilerine hastalık isabet etmeyince bir kusur işleyip işlemediklerini merak etmişlerdir. Hz. Ömer hastalık geldiğinde: 1) Sevgiliden geldiği için. 2) Daha büyüğünü vermediği için. 3) Bir belaya karşılık ahirette çok nimetler vereceği için sevinirim der.
Allah kendisine onda olmayanla gelmemizi ister. Yani acziyetle. Acz ve fakrını bilen bir insan ubudiyette üst makamlara yükselir. Allah kulunu hastalıkla sıkar ve kulun özü çıkar. Acziyeti kalden hale indirmenin adı hastalıktır. Dua ederken ki halimizi bile değiştirir. Duadaki samimiyetimizi arttırır. Ayrıca hastalıkların bir yakınımıza gelmesi de yeter. Ona da aynı şekilde bize gelmişçesine şükretmemiz ve sabretmemiz gerekir.
Her şey zıddıyla bilinir. Meraz olmazsa sıhat lezzetsizdir. Şükürsüzdür. Zıttı gelmese farkında olup şükredecek miydik?

Peygamberlerden sonra makamca en yüksek olanlar şehitlerdir. Şehitlik 3 kısımdır: 1) Şehid-i Kâmil: Dünyada şehit muamelesi görüp ahirette de şehitlik makamına ulaşan kişilerdir. 2) Şehid-i Uhrevi: Dünyada şehit muamelesi görmeyip ahirette şehitlik makamına ulaşan kişilerdir. 3) Şehid-i Dünyevi: Dünyada şehit muamelesi görüp aslen dünyevi şeyler için şehit olduğundan ahirette şehitlik makamına ulaşamayan kişilerdir. Bir musibet, bir hastalık sonucu ölmek bizi 2. kısım olan Şehid-i uhreviye Allah’ın izniyle alabilmekte, bize şehitliği kazandırabilmektedir. Bu da bizi inşallah Cennet’te peygamberlere komşu etmektedir.
“Allah’ım ben senden ve senin verdiklerinden razıyım sen de benden razı ol.” diyebilmeyi Allah bizlere nasip etsin.