Musibet Zannettiğimiz İbadetler Hangileridir?

Musibet Zannettiğimiz İbadetler Hangileridir?

Musibet kavramını genel olarak yanlış yorumlayabiliyoruz. Çok kez duyarız ve kendimiz de bazen bu haleti hissederiz. “İbadetlerimden her daim lezzet alamıyorum. Öyle oluyor ki bazen huşu içinde namazımı kılarken bazen de bana çile oluyor veya ruhsuz bir şekilde olabiliyor. Ve o ibadetlerim nasıl riyasız ve ihlassız olur? Nasıl Allah’ın razı olacağı tarzda ibadet edebilirim?” Evet bu büyük bir problem ve bundan dolayı da bunun manasını kavrayamazsak ve bundan bir çıkış yolu bulamazsak bu işler çoğu zamanda o kulluğu ve o ubudiyeti ve o ibadeti terk etmeye kadar gidebiliyor.

Biz de bugün bu ibadetler konusu hakkında konuşurken bu konuyu “Ruhsuz İbadetler” adı altında alalım ki bu durumdan nasıl kurtuluruz bununla alakalı birkaç mesele söyleyelim. Öncelikle kendi ibadetlerimize bakalım. İbadetten anladığımız şey ne? Bunu da konuşmak lazım. İbadetin şuuruna varmak için onun manevi boyutunu da bilmek gerekiyor. Yoksa ibadetler aklımızda sadece namaz olarak kalabilir. Veya “Cenabı Hakk bunları emretti karşılığında bana dünyevi bir menfaat gelsin.” diye algılanabilir. Halbuki ubudiyetin, kulluğun, ibadetin semeresi, meyvesi uhrevidir. Dünyevi olanlar da Cenabı Hakk’ın fazlındandır. Ama sadece ve sadece dünyevi menfaatler için ibadet edilmez.

Hep söylenir. “Oğlum namazını kıl işlerin rast gitsin.” Ne kadar kötü bir düşünce aslında. “Şunu yap şöyle olsun.” gibi hep bir şart olduğu için o ibadetin, o ihlaslı olan tarafı kaybolup gidebiliyor. İleri zamanda onun manası kaybolmaya başlayınca da ruhsuz bir hale gelebiliyor. Zariyat 56’da “Ben cinleri ve insanları, beni tanıyıp bana ibadet etsinler diye yarattım.” diyor Yüce Allah. Yani bizim ana amacımız bu. Allah’ı tanımak, O’nu bilmek ve kulluk vazifelerini yerine getirmek gerekiyor. Biz bunlar için yaratılmışız. O çerçevede bizi ayakta tutan Cenabı Hakk’la bizi intisap halinde tutan bu ibadetlerimiz oluyor. O yüzden gelin bu ibadetlerin ne demek olduğuna bir bakalım. Bizim anladığımız ibadetle Allah’ın tarif ettiği ibadet nasıl bir şey?

Akaidi ve imani hükümleri yani bizim inanç dairesindeki yaşantımızı ve Cenabı Hakk’ın bize emrettiği imani hükümleri yaşama konusunda; onları kavi yani sağlam, sarsılmaz bir hale getiren, terk edilmeyecek hale getiren, devamlılığını sağlatan ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Başka bir şey değildir. Evet, insan şunu istiyor:
“Allah ile irtibat halinde olayım. İmani hükümleri hayatıma geçireyim ve akaidi olarak da sağlam kalayım, sarsılmayayım, şeytanın vesvesesinden uzak kalayım, her daim Allah’ı hatırlayayım ve o kulluktan ayrılmayayım.” Bu düşünceyi her mümin her Müslüman hayatında bir yerlerde yaşar. Amma velakin bu işler meleke haline gelmiş mi? Meleke haline gelmek ne demek? Tepki meselesi demektir. Nasıl ki elini gözümüze götürdüğümüzde bir tepki veriyoruz, soğuk su döküldüğünde vücut bir irkiliyor öyle de eğer bu akaidi ve imani hükümleri hayatımızda sabit kılmışsak ve ibadetlerimizle bunları muhkemleştirmişsek başımıza bir musibet geldiği zaman ilk anda “Ya Sabır!” diyebiliyoruz. Tepki olarak hemen ibadetimiz devreye giriyor. Teslim olmamız, tevekkül etmemiz lazım. “Rabbim birdir. Hasbünallahü ve Nimel Vekil!” Samimi bir şekilde hemen karşılık verebiliriz. Fıtri olarak meleke haline geldiği için zorlanmayız. Bunları bize sağlayan işte ibadetlerdir.

Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden, yasakladıklarından sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdani ve akli olan imani hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. İnsan yaşayış evresinde yani bir ömür boyu kulluk yaşayışında her daim Allah’ın emirleri altında olduğunu bilmesi ve yasaklarından kaçmak üzerine yaşamasında dengeyi sağlayan ibadettir.
Nedir bu vicdani ve akli olan imani hükümler? İbadetullah, muhabbetullah, marifetullah, marziyat-ı ilahiye, menafetullah… Yani Allaha’a ibadet etme, O’nu sevme ve tanıma, Allah’ın hoşnut olacağı işler yapmak. O’ndan korkma ve O’na hürmet. Eğer ibadetler olmazsa tüm bunlar bizim dilimizden öteye gidemez kalbimizde etki etmez.

1- Bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, o ruhunu daraltmayan, şu kâinata ve manevi alemlere açan, ibadettir.
2- İstidatlarını, kabiliyet tohumlarını, inkişaf ettiren ibadettir. Bize verilmiş istidat çekirdekleri, bir elma tohumundan kök, gövde, yaprakların yeraltından yeryüzüne çıkarması gibi özelliklerimizin tohumdan gerçeğe dönüşmesini sağlayan şey ibadetlerdir.
3- Meyillerini temyiz ve tenzih ettiren ibadettir. İnsanın dünyevi, insani, şehvani isteklerinde her daim bir meyil vardır. Bu meyiller arasında şeytanın çektiği tarafa gitme veya Allah’ın yolunda olmaktan hangisini yapmamızın gerektiğini bize gösteren ibadettir.
4- Emellerini tahakkuk ettiren (gerçekleştiren) ibadettir. Arzuları ve tasavvurları olan insanın emelleri bu dünyaya sığmıyor. Hatta bazen de bu emeller dünyayla da sınırlandırılamıyor çünkü bu sefer de ruhi sıkıntılar başlıyor. Ruh bedende hapsolmaya başlıyor. Bu emellerin gerçekleşmeleri noktasında insanı hareketlendiren ibadetlerdir.
5- Fikirlerini tevsi (geniş tutan) ve intizam altına alan ibadettir. Bizdeki düşünceler her zaman doğru olamayabiliyor. Çünkü sahip olduğumuz bir nefis var. Hatalarımız elbette olabilir ve o fikirlerimiz basit şeylerdeki zevklere münhasır kalabilir. Bizim sonsuzu isteyen kalbimiz böyle sonlu şeylerle mi tatmin olacak? O yüzden fikirlerimizi geniş tutan, ebedi hayata taşıyan ve düzen çerçevesinde devam ettiren şey ibadettir.
6- Şeheviye ve gadabiye kuvvelerini had altına alan, kontrol altında tutan ibadettir.
7- Zahiri ve batıni uzuvların ve duygularını kirleten tabiat paslarını temizleyen yine ibadettir. Göz sadece bakma üzerine olduğunda zahiridir ama görmesi batınidir. Kulağın ses duyması ayrıdır sesten bir lezzet alması ayrıdır. Bunlar gibi aletlerimizi kirleten tabiat pasları olarak elmayı ağaçtan almak, yağmur yağmadı diye havayı suçlamaya kadar her şeyi Allah’ın elinden almamız gibi pasları bizden atan şey ibadetlerdir.
8- İnsanı, mukadder olan kemalatına yetiştiren, ibadettir. “Biz, gerçekten insanı (ahsen-i takvimde) en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, (esfel-i safiline) aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükafat vardır.” Tin, 4-5-6.
9- Abd ile Mabud arasında en yüksek ve en latif olan nisbet, ancak ibadettir.

Oysa bu kadar musibet ve materyaller içinde bazıları diyebilir ki: “Ben bunları hissetmiyorum. Yazılanlar doğrultusunda hayatım gelişmiyor.” Bunda da ibadetlerimize bakmamız gerekiyor. İbadetler 2 kısımdır. 2 kısımdan kasıt birisinde yüksek mertebelerde hissederken birinde hissedebiliyor bazen de hissedemiyoruz. Hatta öyle bir hissin olduğunu bile bilmiyoruz. Birisi müsbet ibadetler yani insana zor gelmeyen, birisi menfi yani zor gelen ibadetlerdir. Namaz, zikir, dua, Kur’an-ı Kerim okumak gibi ibadetler müsbet ibadetlere girerken musibet ile uğraşmamız, hastalıklarla baş etmemiz, ayrılık ve vefasızlıklar yaşamamız, kabz hallerimiz menfi ibadetlere girer. Bu yüzden musibet bizim hayatımızda çok önemli bir nitelik taşımaktadır.

Her ruhu daralan kabz halinde değildir diye de bir not düşmek gerekir. Kabz hali bazı evliyaların istediği bir makamdır hatta. Cenabı Hakkın bir aslan pençesine alması gibidir. Yunus (a.s.) peygamberin balığın karnındayken orada sadece Allah’ın ona yardım edebilecek olması gibi bir örnek bile verilebilir bu hal için. Ama ruhumuz daralıyor ve biz günahlara koşuyorsak bizdeki şey kabz hali değildir. “Ruhum daraldı gideyim de dizi izleyeyim.” bir kabz hali değildir. Bizde sefahat başlamış, yasak şeylere olan istekler başlamış. Oysa sebeplerden bunalmamız sonucu Allah’a yönelmemiz kabz halidir.

Müsbet ibadetler, insanı yürütür, bir zaman sonra ülfet olur sıradanlaşır, ruhsuz ve resmi olmaya başlar, sebeplere münacat artar ve esbabperestlik gelebilir, Dergah-ı İlahiye’ye gitmek ve müracaat etmekle nazlar ve menfaatler başlar, nefs-, emmare hüküm sürer, riya karışabilir… Oysa müsbet ibadetler menfi ibadetlerle ilerletilirse yürüyen insan koşturulur belki uçar, ülfeti kırar ve şuur kazandırır, ruhlandırır, ihlaslı eder, esbapları aradan kaldırır ve Yaradan zahir olur, Dergah-ı İlahiye’ye kamçı olur, şevk verir, nefs-i levvame mertebesine ulaştırır, riyasız halis olur.
Bir de ibadet ve ubudiyet diye iki kavramımız vardır. Genelde aynı mana içinde kullanılırlar ama aynı manada değillerdir. İbadetler emir dahilinde Allah’ın bizim yapmamızı istediği müsbet ibadetlerdir.

Ubudiyet ise ibadetleri de içine alan kulluk şuurudur. İnsan her daim ibadetlerle ve namaz ile vaktini geçiremeyebilir. Ama her daim ubudiyet içinde olmalıdır. İnsan her daim kusurludur, her daim acizdir ve her daim fakirdir. Mesela 5 vakit namaz bizim 1 saat vaktimizi alıyorken bir menfi ibadetle karşılaşsak 24 saat kulluk şuurunda oluruz. Her daim Allah’tan ister vaziyette bizi bırakır. İşte o menfi ibadetler bizi ubudiyet makamına getirir. Ama musibet ve menfi ibadetler istenilmez. Başımıza gelirse şükredilir. Hele müsbet ibadetin farkında olmayan birinin başına menfi bir ibadet gelse Allah muhafaza onu imandan bile koparabilir. Başımıza böyle şeyler gelirse yapmamız gereken şükretmek ve Allah’a daha da sığınmaktır.

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir