Evet, hepimiz insanız ve yaratılışımız itibariyle hatadan hâli değiliz. Fakat tevbe kapısı açık ve Kur’ân-ı Kerîm’de elliden fazla ayette bildirildiği üzere bizler o kapıya davetliyiz. Bu yüzden nefis ve şeytanın seni mağlup etmesi, çok kez tövbe etmene rağmen tekrar tekrar seni aynı tuzağa düşürmesi; asla ümitsizliğe düşmene sebep olmasın.
Çünkü Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir. Tekrar tekrar aynı günahı işlesen de onun dergâh-ı rahmetine gidip yalvarmaya mecbursun. Gidecek başka kapın yok ki ona dayanasın. Hem “Allah artık beni affetmez, çok kez tövbe ettim ama yine aynı günahı işliyorum.” gibi söylemlerle, ümitsizliğe düşüp tövbe kapısına dayanmamak; şeytanın çok daha büyük bir tuzağı olmakla birlikte bir nev’i Allah’ın rahmetini ittiham etmektir ki, bu o işlediğin günahtan daha büyük bir cürümdür. Âyette de buyurulduğu gibi “…kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın
rahmetinden ümidini kesmez.” (Yûsuf, 87)
Buraya kadar meselenin ehemmiyetini anladıysan, bir de sana nefsini terbiye etmen hususunda çok faydası
olacak bir taktik verelim.
“Cenâb-ı Hak nefse demiş ki;
‘Ben neyim, sen nesin?’
Nefis demiş: ‘Ben benim, Sen sensin.’
Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş.
Yine demiş: ‘Ene ene, ente ente.’
(ben benim, sen sensin)
Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış.
Yine sormuş: ‘Men ene? Ve mâ ente?’
(Ben neyim, sen nesin?)
Nefis demiş: ‘Ente Rabbiye’r-Rahîm, ve ene
abdüke’l-âciz.’ Yani, ‘Sen benim
Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin
âciz bir abdinim.”
(Risale-i Nur)
Mevlânâ Hazretleri de Mesnevî’de aç bırakarak nefsi terbiye etme hakkında boş midenin ilâhlık iddiasında bulanamayacağını, fakat dolu midenin, şeytanın pazarı olabileceğini söylemiştir.