İlk bakışta gayet merhametsizce görünen musibetlerin perde arkasına baktığımızda olayın hiçte düşündüğümüz gibi olmadığını farkediyoruz. Aslında merhametsizce görünen musibetler, Allah’ın bizlere gönderdiği rahmet hediyeleriymiş. Eğer “Buna deliliniz nedir?” dersen…
Hem insanı uyuduğu gaflet uykusundan uyandırıyor, hem acizliğini hissettirip dergâh-ı İlâhîye, dua etmeye sevk ediyor, hem de şu dünyada çekeceği geçici, cüz’î bir eleme bedel; ebedî hayatının kurtulmasına vesile oluyor.
Ayrıca başına bir musibet gelmiş insan, dua ve ibâdetlerini daha şuurlu ve samimi yapıyor. Çünkü o musibet vesilesiyle Allah’a karşı acizliğinin farkına varmış. Hem acizliğini bilmesiyle de Allah’ın rahmetini celbediyor. Allah’ın rahmeti acizliğe binâen gelir. Hatta sahâbe efendilerimizin ibâdetlerinin, diğer tüm mü’minlerin ibadetlerinden daha üstün olmasının sırrı da budur. Tesbih, zikir ve ibâdetlerini Allah’a karşı aczlerini tam bildiklerinden, bütün mânâsıyla şuurlu ve samimi bir şekilde yapıyorlar.
“Zaten musibetler, dergâh-ı İlâhîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır. Her okuduğum bir kelime ve dua da ve münacat da şuurlu ve şiddetli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor. Sahâbelerdeki ibadetlerinin sırr-ı tefevvuku bu noktadandır. Tesbih ve zikri bütün mânâsıyla şuurlu bir surette söyledikleridir.”