Mutlaka duymuşsunuzdur, Kur’an’da namaz kılmayanların şiddetle tehdit edilmesine bir nev’i itiraz olarak “Altı üstü namaz kılmıyorum, ne gerek var bu kadar tehdide?” diye bir soru soruluyor. Bu sorunun altında yatan iki temel sebep var. Biri, namazın ehemmiyetini bilmemektir. Diğeri, namazla kulunu huzuruna davet edeni tanımamaktır.
Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesine göre, kâinattaki bütün mahlûkat Allah Teâlâ’yı, devamlı olarak zikir ve tesbih etmektedir: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur…” (İsrâ/44)
Namaz; hem bütün mahlûkatın ibâdet şekillerini bir araya toplayan özlü bir ibâdettir, hem de bizim yaptığımız ibadetlerin bir fihristesi ve özetidir. Şöyle ki: namazda, yeme içme olmadığı için bir nevi oruç tutulmaktadır. Kâbeye yönelmek de haccı temsil etmektedir. Namazda geçen vakit ömrün zekâtı olarak düşünülebileceği gibi, elbisemizde meydana gelen yıpranma da yine bir nevi sadaka (sadaka-i maliye) olarak kabul edilebilir.
Kur’ân’ın namazı terk edenleri cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit etmesinin sebebini ise şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Nasılki bir padişah, halkının hukukunu muhafaza etmek için, sıradan, basit bir adamın umum halkın hukukuna zarar verecek bir hata yapması üzerine onu şiddetli cezaya çarptırır. Aynen öyle de; ibadeti ve namazı terk eden adam, Kâinâtın sultanının halkı hükmünde olan ve O’nu tesbih eden tüm varlıkların hukukuna tecavüz etmiş olur. Böyle bir sultanın raiyetinin (halkının) hukuna, ibadetlerini terk ederek tecavüz eden adam, elbette örnekteki adam gibi şiddetli cezaya müstehak olur.